Çocukluğumda çevremdekilerden onun ismini sık sık duyardım. Onu daima hayırla yad ederlerdi. Ondan bahsederken, sanki bir ruhani bir şahıstan söz eder gibi edeble, sükunetle konuşurlar, söz biterken de daima rahmetle anarlardı. Bu memlekete çok hizmet ettiğinden onun gibisinin bir daha gelmeyeceğinden, yerinin de doldurulamayacağından bahsederlerdi.
Bu şahıs Merhum Albay Hafız Şevki Efendiden başkası değildi. Tahmin ederim ki sizler de bu ismi defalarca duymuşsunuzdur. Hele hafızlığın, hocalığın, Kur’an talebeliğinin konuşulduğu her mecliste mutlaka ismini bir veya birkaç defa duymuşsunuzdur.
Ben çocuk kafamla o zaman şöyle düşünürdüm; bu kocaman saçlı sakallı hocaefendilerden nasıl talebe olur. Sonra bunları okutan albay kim? Benim duyduğum albaylar askerdi ve kocaman kumandanlardı. Bu kumandanların camiyle Kur’anla doğrudan ilgileri nasıl olabilirdi? Hadi derdim kendi kendime; varsayalım ki albaylar camiye geldiler, namaz kıldılar, nasıl işleri güçleri yok mu ki oturup talebe okutuyorlar? Bunların hocalıkla, hafızlıkla alakaları nasıl olabilir. Büyüklerime sorsam da pek doyurucu cevaplar alamazdım.
Bu soruların cevabını öğrenmek yıllarımı aldı.
Kısaca “Albay” denen şahıs Albaylıktan emekli Şevki beydi. Hafızdı, Kurra idi. Kendisini Kur’an’a adamış bir mü’mindi. Sadece Allah rızası için kabiliyetli gençlere Kur’an öğretiyor, en kabiliyetlilerini de hafızlığa çalıştırıyor, onların yetişmesi için gecesini gündüzüne katıyordu.
Hem de kimlere? Fakir fukara çocuklarına. Zaten o günlerde yani rahmetlinin yaşadığı günlerde yani 40 -50 yıl önce şlmdiki gibi parayla oynayan zengin bulmak mümkün değildi. Yalnız gündelik yiyeceğini çıkarabilen mutlu, gelecek yılın erzağını biriktirebilenler de zengin sayılırdı. İşte fakirliğin en büyük düşman olduğu o günlerde, bazı dindar babalar çocuklarının elinden tutar, nerede Allah rızası için Kur’an okutan biri varsa ona teslim ederlermiş. Belki yanlarına da birkaç kilo bulgur, birkaç yumurta, birazcık tereyağı alırlar bilahare de yarım torba un göndererek, şehirdeki hısım akrabanın yanına yerleştirirlermiş. Sakın şehirdeki hısım ve akrabanın varlık içinde yüzdüğünü zannetmeyin. Onlar da omuz etiyle geçinmeye çalışan, yalnız şehre birkaç yıl önce gelme basiretini gösterenlermiş. Hısım ve akrabası olmayanlar da filan caminin imamına veya müezzinine çocuklarını emanet ederek çekip giderlermiş. Artık cami avlusunda bir oda mı veya odunluk mu , o küçük çocuğa mesken olur, Allah bilir. Namaz vakti camide ısınır, diğer vakitlerde odunlukta titrer, çevredeki bazı merhametli ihtiyar kadınların gönderdiği bir tabak yiyecekle karınlarını doyururlar, ellerinde Kur’an-ı Kerim, sallanarak, gözleri yumulu bağırarak
derslerini ezberlerlermiş. Miş diyorum da siz miş dediğime bakmayın, bizzat bu talebelerden birkaç tanesinin haline çocukken şahit oldum. Rahmetli babam Çatalpınar Camiinin imam-hatibiydi ve beni çocuk yaşta namaza alıştırabilmek için erkenden yanında camiye götürürdü. İşte onun yanına gidip gelen genç öğrencileri görür, hallerini yakından takip ederdim. Onların birçoğu bu gün emekli oldular, torun tosuna karıştılar. Bir çoğu da rahmetli oldular.
Onların nasıl okuduğunu, nasıl vazife aldığını, nasıl geçindiğini bir konuştursanız da görseniz. Ne merhalelerden geçtiklerini anlasanız. Her birinin tahmin dahi edemeyeceğiniz acı tatlı bir çok hatıraları vardır. Eminim ki dinlerken dahi ağlarsınız.
Albay Hafız Şevki Efendiyi şehrimizin seçkin hafızlarından Nevzat Demirci hocaya sordum. Önce derinden bir iç geçirdi.Ve:
-Rahmetli benim hocam olmadı. Onun talebelerinden bor çoğu halen hayattadır, onlardan bilgi alabilirsiniz. Yalnız beni Kur”an Kursu hocalığına o tayin etti. İmtihanımı onunla birlikte o zamanın İl Müftüsü Merhum İbrahim Arıkan Hoca yaptı. Ben imtihan için onların huzuruna girdim. Bana oku dediler ben de Nisa Suresinden “ beşşiri’l-münafıkin” diye başlayan bir aşrı şerif okudum, tabi o zamanlar gencim, okumaya hevesliyim, galiba biraz da güzel okudum. Aşir bitince baktım ki ikisi de yani Müftü İbrahim Efendi ile Albay Şevki Efendi sanki başka alemdeler, dalmış gitmişler. Neden sonra kendilerine geldiler. Tabi adamlar alim, arapça biliyorlar, tefsir biliyorlar, okuduklarımın ne manaya geldiğini anlıyorlar. Şöyle hafifçe Albay bana bir şey sormak için hareketlenince Müftü İbrahim Efendi onun bir şey soracağını anladı ve ona “ tamam tamam gerek yok, bir şey sormaya lüzum yok” deyip beni dışarı çıkardılar. Zaten onların hal ve vaziyetlerinden Kur’an Kursu hocalığını kazandığımı anlamıştım. Albay Şevki Efendi alim insandı. Hafızdı ayrıca Kurra idi, arapça da bilirdi. Kendisini tam yetiştirmişti. Onun işi gücü talebe okutmaktı. Öğrencilerini Eski Paşa Camiinin fevkanesinde okuturdu. Son zamanlarında gayet ihtiyarlamış yaşı çoktan sekseni geçmişti. Yaşının ilerlemesine aldırmaz, Paşa Camisinin fevkanesine çıkar, yanını fevkanenin parmaklığına dayar, bir gözü de camiye giren çıkanda olduğu halde talebelerinin dersini dinlerdi.
Ben Nevzat Hocam anlatırken araya giriyorum. ”Hocam talebelerine kızar mıydı veya döğer miydi veya ne bileyim bağırır çağırır mıydı?
-Yok Efendim, haza Osmanlıydı. Döğme, bağırma,
çağırma o zata uygun davranışlar değildi. Yalnız kızdığı zaman kızdığını belli edercesine talebeye şöyle bir baktı mı zaten onlar ne yapacağını şaşırır, hemencecik hatalarını anlarlar ve yaptıkları her ne ise ona pişman olurlardı.
Ayrıca rahmetlinin hattatlığı da vardı ve çok güzel de Kur’an-Kerim yazardı. Yanılmıyorsam bu kitaplardan birini Hafız Mikdat Kiriş Efendiye de vermişti. Hatta ona bir de güzel kıymetli bir tesbih hediye etmişti. Zaten onu çok severdi. Hatta onun düğününe de birlikte gitmiştik. Zannederim Kiremitli Köyü idi. Yanımızda Rahmetli Mehmet Veske Hoca, bir de Deşirekli Mahmut Hoca da vardı.
Biz Nevzat Hoca ile bunları konuşurken şehrimizin güzide hafızlarından, öğretmenlikten emekli Halil İbrahim Yılmaz da vardı. O da rahmetliyi tanıyordu ve ne kadar talebe yetiştirdiğinden, nasıl bir insan olduğundan, ne kadar yaşlı olduğundan ve buna rağmen huruf-i mehariclere ne kadar dikkat ettiğinden bahsederek:
-Rahmetli aydın insandı. İleri görüşlüydü. İmamların çoğunun fakir olmasına gönlü razı olmaz, okuyup imam veya hafız olacak insanların en az 200 dönümlük arazisinin olmasını isterdi. Kimsenin eline bakmamaları için böylesi daha iyi olur, derdi.
Bunları tatlı tatlı konuşurken onun bir ara siyasete soyunduğunu da öğrenmiş olduk. Rahmetli bir dönem Millet Partisinden Sivas Milletvekili adayı olmuş ama seçilememiş. Hatta o zamanlar sakalını da birazcık kısaltmış.
Rahmetlinin bu günkü Ece Caminin yapılmasına emeğinin geçtiğini bütün mahalleli biliyor. Bazı talebelerini de burada okutmuş. Caminin hemen yanında bulunan evinin bir odasını da hafızlık çalıştırmak için kullanırmış. Yani neresi müsait olursa dur durak dinlemeden orda talebe yetiştirmiş.
Bir de rahmetli babam bir gün Albay Şevki Hafızdan bahsederken:
--Bazıları ondan hafızlık çalışmak için geldiği zaman, onlara bazı sureler okutur, sesleri çok çirkin olanlara “oğlum hafız olsan da kimse seni dinlemez, sen git Hacı Hamid Efendiden Arapça oku “ derdi, dedi.
Rahmetliyi bir de aziz dostlarımdan çok sevdiğim ve saygı duyduğum Mikdat Kiriş Hocaefendiye sordum. Ben sorunca hocanın biraz rengi değişti, hafifçe bir iç geçirerek gözlerini uzak bir noktaya dikti, neden sonra bana dönerek hayrola neden soruyorsun dedi.
Ben de söyledim. Şimdi ona kulak verelim:
n Hocam rahmetli Albay Şevki Efendinin soyadı “Önder”di. Çocukları yoktu. Bir kardeşi vardı Belediyede çalışırdı. Adı Rıza Önderdi. Albayın çocuğu olmadığı için kardeşiyle birlikte kalırlardı. Hatta kardeşi Rıza Beyle de bacanaktı. Rıza beyin çocukları vardı ve çocuklarından birini de ona evlatlık vermişti. Onu Albay büyüttü. Okuttu, evlendirdi. Sanırım adı Ertuğruldu. Şayet yanılmıyorsam Rahmetli Hocam Albayın asıl memleketi Erzurumdu. Yanılabilirim ama benim aklımda böyle kalmış. Hangi sebepden dolayı Sivas”a yerleştiğini bilemiyorum ama uzun yıllar asker olarak bu memlekete hizmet etmiş, emekli olduktan sonra da Sivas”a yerleşerek Kuran hizmetine kendini adamıştı. Ben de ondan okudum, hıfzımı onda tamamladım. Benim gibi Sivas’da imamlık yapan bir çok hafızın da hocasıdır. Bunlardan bazıları şunlar: Zeki Hayran, Hüseyin Koç, Mehmet Topçu, Necati Karaoğlan, Mustafa Öztürk, Haydar Uluçay, Salim Hafız, Mahmud Şahin ve eşi Edibe Şahin, Salim Albay, Nezir Okuyucu ve aklıma gelmiyor şimdi bazı arkadaşlarımız daha vardı. Ayrıca Vakıflar Bölge Müdürlüğünden emekli olan Doğan Erdinç Bey de Hocam Albayın son dönem talebelerindendi.
Rahmetlinin Ece Camisinin yanında çok güzel bir ahşap tarihi bir konağı vardı, dediğim gibi o ahşap konakta kardeşiyle birlikte kalırdı. Onlar rahmetli olunca bu güzelim ahşap konak yıkılıp yerine betonarme ev yaptırıldı. Nerde bir kabiliyetli genç bulsa hemen ona Kuran öğretir gece gündüz demeden camide, evinde veya herhangi bir yerde onu okutur, sabırla hıfzını ikmal ettirir, sonra da onun vazife alması için Müftü Efendiye gönderir, yapılan imtihanda da Komisyon Üyesi olarak görev alırdı. Bir Kuran aşığıydı. Gece gündüz Kuranla iştigal ederdi. Onun dünyası oydu. Ayrıca bazı yetim çocukları, kimsesiz çocukları evine alır eşiyle birlikte onlara kol kanat gerer, onları büyütürlerdi. Ben onların iki üç tane kimsesiz kızı büyüterek gelin ettiklerini hatırlıyorum.
Burada ben devreye girerek, rahmetlinin başka özelliklerini de sordum. Mesela tarikatla ilgisi var mıydı? Çocukları döver miydi? Öğretme üslubu nasıldı?
--Yoo yoo kimseye vurduğunu görmedim ama çok otoriteli idi. Bakışlarıyla otoritesini kurardı. Hiçbir talebesi ona karşı uygunsuz davranamazdı. Yalnız rahmetli Zeki Hayran Hocaefendiye bir iki defa kızdığını gördüm. O biraz küçüktü. Arada bir dersten kaçardı. Onun bir ev sahibi vardı rahmetli Arabacı Mahmut Emmi. Zeki Hocanın elinden tutar getirir Hocaefendiye teslim ederdi.
Tarikatla ilgisini pek bilemem ama zannederim Yozgat’taki bir Şeyh Efendiye intisab etmişti.
-- Hocam size bir hediye vermiş galiba, hala duruyor mu?
-- Evet bana bir tesbih hediye etmişti, hala saklarım,meraklı birkaç kişi gördü.Onlar böyle bir kehribar tesbih görmediklerini,çok güzel ve kıymetli olduğunu söylediler.Onu hocamın hatırası olarak saklıyorum. Allah mekanını cennet eylesin. Yattığı yer nur olsun,
Bu bilgileri aktaran Mikdat Kiriş Hocaefendi tıpkı diğer talebeleri gibi şehrimizin güzide hafızlarından biridir. Kırk yıldır şehrimizde her Ramazan ayında teravih namazlarını hatim ile kıldırmakta ve Üç Aylar dediğimiz Receb, Şaban ve Ramazan aylarında da Meydan Camiinde mukabele okumaktadır. Kendisi samimi, ihlaslı ve mütevazi bir büyüğümüzdür. Herkesin sevdiği ve saydığı bir zattır.
Yine Albay Şevki Efendinin talebelerinden Zeki Hayran Hocaefendi, yıllarca Sivas”ta vaizlik yapmış, hemen bütün Sivaslıların takdirini kazanmıştır. İl Müftülüğü yapmış bir çok insan gibi o da 12 Eylül darbesi zamanında mağduriyetler yaşamış ve daha sonra uzun yıllar Tokat ve Sivas’da Müftü yardımcılığı yapmış, tabir yerindeyse ilmiyle alim bir zattır. Kendisi birkaç yıl önce elim bir hastalığa yakalanmış ve bu hastalıktan kurtulamayarak Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.Sivaslılarda çok emeği vardır. Allah mekanını cennet eylesin.
Yıllarca Atölye Camiinde İmam-Hatiplik yaptıktan sonra emekli olan Hafız Hüseyin Koç Hocaefendi de Albayın güzide talebelerinden biridir.Allah uzun ömürler versin Sivaslıların sevdiği ve saydığı bir büyüğümüzdür.Halen Ulu Camiinin İmam_Hatipliğini başarıyla sürdüren Abdullah Koç Hocaefendinin de babasıdır.Bakın nerden nereye…Babası hocasından aldığını oğluna,belki o da oğluna derken rahmetli Albayın amel defteri bu sayede kabardıkça kabarmada…Bundan iyi salih amel mi olur. Rahmetli Albayın çocuğu olmamış. Ne gam… Onun bırak bir iki tane, kendisine rahmet okuyacak bir çok evlattan daha hayırlı onlarca hayırlı öğrencisi olmuş. Kendisine her gün ne kadar dua ediliyordur, Allah bilir.
Yine öğrencilerinden Necati Karaoğlan Hocaefendi İmam_Hatip Lisesinde öğretmenlik yaparken rahmetli olmuştur. Meydan Camiinin emekli imam-hatiplerinden Mustafa Öztürk Hocaefendi de bir kaza sonucu vefat etmiştir. Ayrıca şehrimizin güzide hafızlarından Mehmet Topçu hocaefendi de Albayın talebesiydi ve Kuranı dilinden hiç düşürmezdi.Çok kuvvetli bir hafızdı.Ve kendisini çok iyi yetiştirmişti. Yıllarca İmam-Hatip Lisesinde öğretmenlik yaptıktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Harput Eğitim Merkezinde Kuran hocalığı yaptığı günlerde maalesef yakalandığı menhus bir hastalığın pençesinde o da rahmet-i Rahmana kavuştu. Allah hepsine rahmet eylesin. Maalesef gidenlerin yeri doldurulamıyor. Herbiri bir İslam Bülbülü olan bu hocaefendiler şehrimizi öksüz ve yetim olarak bırakıp gidiyorlar birer birer. Biz de sadece onlara rahmet diliyoruz. Demek ki elimizden ancak bu kadarı geliyor. Yalnız onları seviyoruz, hayırla yad ediyoruz. Kişi sevdiğiyle haşredilirmiş. İnşaallah biz de bu Allah dostlarıyla haşrediliriz.
Şehrimizin seçkin Öğretmen ve idarecilerinden İbrahim Yörük Hoca da bir müddet rahmetli Albaydan ders okuduğunu söyledi .Hatta Vakıflar Müdürlüğünden emekli Ramazan Şimşek, İmam-Hatip Lisesi Öğretmenlerinden Mustafa Kuzgun ve Kangallı Osman Hasbutçu’nun da onun talebesi olduğunu söyledi.
Öyle zannediyorum ki biraz daha araştırma imkanımız olsa daha bir çok bilgiye ulaşabilirdik. Şimdilik bu kadar bilgiyle iktifa edelim.
Düşünüyorum da İlimize bu kadar hizmet etmiş bir şahsın, bir nesil sonra unutulması işten bile değil. Bir müddet sonra böyle bir gayretli müminin adını bile hatırlayacak bir kimse çıkmayacak belki de. Biz küçük bir kayıt koyduk. Bilenler, duyanlar da başka yerlere birer kayıt koyarlarsa ne kadar güzel olur. Şehrimizde şu kadar cami, şu kadar (şükürler olsun ki) Kuran Kursu var. Ama bir tanesinin tabelasında Rahmetli Hafız Albay Şevki Önder Hocaefendinin adı yok. Yani bir tane Kuran Kursuna rahmetlinin ismi verilemez miydi? Neden kimsenin aklına gelmedi? Bundan sonra da gelmeyecek mi? İsmi böylece unutulmaz ve hayırla yad edilirdi. Yetkililere, talebelerine ve herkese şehrimize manevi olarak bir yığın hizmeti olan bu hocamızın adının yaşatılması için ne gerekiyorsa onun yapılması hususunu duyuruyorum. Bize düşen budur. Onu hayırla yad etmektir, rahmet dilemektir ve onun yolunda gidecek yeni nesiller yetiştirmektir
Yoksa onun hizmetlerini şanı yüce olan Cenab-ı Hakk azze ve celle elbette mükafatlandıracaktır. Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz : “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir” buyuruyor. Bütün Kur”an sevdalılarının derdi Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmak, O’nun rızasına muvafık amel etmek ve O’nun Rasülünün gittiği yoldan yürümektir. Hepimizin de derdi, O’nun rahmetine kavuşmak ve O’nun rahmetine vesile olacak hizmetlerde bulunmaktır. Gerisi boştur.
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.
Rahmetli bu kubbede bir değil, bir çok hoş sada bırakmıştır.
Rabbim rahmet eyleye.
KASIM DEMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder