21 Şubat 2012 Salı

Abdi Emmi

     Etliekmekçi Hacı Emmi veya kısaca Abdi Emmi.

     Sizlere bizim Etliekmekçi Hacı Emminin hikayesini anlatmak istiyorum. Bu çevrede çok az bulunur renkli simalardan olan Abdi Emmi veya  Sivaslıların tabiriyle Etli Ekmekçi Hacemmi bizim yakın aile dostumuzdur. Hem de akrabamız olur. Onun iki bacısından biri Rahmetli amcamın,diğeri de abimin eşidir.Allah var ikisi de kalenderdir,hatta abimin eşi olan yengem çok çok daha fazla kalenderdir.Bende  ödeyemeyeceğim kadar hakkı vardır,eğer helal etmezse işim çok zor.
       Bir iki ipucu versem, sizler de mutlaka tanırsınız rahmetliyi. Tanımak ne kelime, mekanında belki de ağız dolusu, çift duluk etli ekmek bile yemişliğiniz vardır.Mutlaka vardır,çünkü o zamanlar böyle adım başı etli ekmek salonu yoktu.Sivas’ta bir, iki, sen bilemedin üç tane etli ekmek dükkanı (tikanı mı demeliyim) vardı, işte bu taş çatlasa üç olan dükkanların biri de bizim Hacı Emmiye aitti.
       İsterseniz biraz ilerilere gidelim, bizim çocukluk yaşlarımıza, dedelerimizin, amcalarımızın, babalarımızın geceyi gündüze katıp ölümüne çalıştıkları eski günleri bir hatırlayalım.Çalışmalar mı kafi değildi o zamanlar, bereket mi yoktu, ziraat usulleri mi ilkeldi bilemem ama bir gerçek vardı ki geçim çok zordu.Köylerde gençler eker biçer,iş bittikten sonra da büyük şehirlere ameleliğe giderlerdi.İşte bu büyük şehirlerde çalışıp tasarruf edebildikleri birkaç kuruşla büyüklere ve küçüklere urba,basma,yemeni,lastik,tütün gibi şeyler, artanla da buğday,patates,pekmez gibi kış yiyecekleri alır,köylerinde bahara kadar karlar altında adeta kış uykusuna yatarlardı..Kış uzarsa besledikleri birkaç hayvana saman yetmez gözleri gökyüzünde karların erimesini,çimenlerin yeşermesini beklerlerdi.
       Kış uykusu dedikse bütün gün yatarlar demek istemedik. Köylerde hali vakti biraz daha yerinde olanlar oturduklara yere ilaveten bir oda daha yapıp, adına da misafir odası dedikten sonra hasbelkader köye yolu düşenleri veya her akşam bir soba yakarak köyden gelen misafirleri ağırlarlardı. Her evde soba olmadığı için bazı köylüler ısınmak, bazıları da muhabbet etmek için belli odalarda toplanırlardı. Zamanla bu odaların her birine o sülalenin adı verilir ve her odada yapılagelen şeyler anlatılır,ikramlar ballandırılırdı. Bazı odalarda her gün kitap okunur,bazı odalarda cemaatle namaz kılınır,bazı odalarda da zikir halkaları toplanırdı ki bu tür odaların saygınlığı diğerlerine göre çok daha fazla idi .Hatta öyle ki buralarda namaz kılmayı,kuran okumayı öğrenenler azımsanmayacak kadar çoktu.Bazı odalarda Hz.Ali’nin  cenk kitapları,Battal Gazi, Muhammediye,Siyer-i Nebi (siret),Kerem ile Aslı gibi kitaplar okunur,duygular şelale olur akıp giderdi.Bazı odalarda da gizli gizli kağıt oynandığı,hatta kumara varan oyunların çevrildiği söylense de cürm-ü meşhud olmadığı sürece buna pek inanan çıkmazdı.Çünkü kumar oynayanlar kapıları kilitliyor,kendilerinden olmayanı içeri almıyor,bileni de sıkı sıkı tenbihleyip bazen de tehdit ediyorlardı.Çünkü bir sülaleden bir kumarbazın çıktığının duyulması o sülalenin gevşek bir sülale olduğu hükmüne varılırdı.O zamanlar kumar illeti zina ile eşdeğer tutulur,müptelalarından da uzak durulurdu.
      Galiba bu kısmı biraz fazla uzattık, şimdilik burası böylece kalsın.
      İşte bu oda sahiplerinden biri de anlatacağımız Abdi Emmigilin odası idi. Babası rahmetli Hacı Hamdi, dedesi de Kır Hüseyin idi. Dedesinden mütevellit sülalenin ismi Kır Hüseyin Gil, daha sonra da Kırüsüyün gil,daha sonra Kırisiyin gil olmuştu ki elan böyle anılırlar.Babası Rahmetli Hacı Hamdi dindar bir insandı Bunların odasının en belirgin özelliği hiç ara verilmeden cemaatla kılınan namazlardı Odada oturan hiçbir kimse gelen namaz vaktini eda edemeden bir yere ayrılamazdı.Hatta civar köylerden gelen misafirlerden çok namlı beynamazlar bile Kırisiyingilin odada namazını huşu ile eda eder,gittiği yerlerde de imanına şahitlik edercesine kıldığı namazları ballandıra ballandıra  anlatırlardı.Hatta komşu köylerden oraya misafir gelmek  gafletinde olan bir çok alevi ahbapları bile ömründe yüz sürmediği secdeye bu odada yüz sürmüştür.Gerisini siz anlayın artık.Ve bu namazlara devam geleneği benim şahit olduğum kadarıyla bu yıllara kadar böylece süregelmiştir.Bu sülalenin bütün fertleri namaza devam hususunda bir çok müminden daha hassas davranmışlar ve böylece çoluk çocuk arasında namazını vaktinde kılmayan kalmamıştır.Ben böyle biliyorum siz de başka türlü anlatın.Adamlar benim babamın oğlu değil ki.
     Benim hatırladığım kadarıyla köyde kendi parasıyla hacca gidenlerin ilkleri arasında yer alırdı rahmetli Hacı Hamdi. Ha onu da söylemeden geçmeyelim;köyde başka hacılar da vardı ama bunlar zamanında Yemende,Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de askerlik yapan ve bu arada da haccını ifa eden zatlarmış.
      Hacı Hamdi’nin Abdi, Mehmet, Hüseyin ve Hamza adında dört oğlu vardı. Büyükten küçüğe doğru sıraladım.Biri hariç diğerleri (Allah hayırlı ve bereketli ömür versin) sağlar.Hepsini de dindar yetiştirmek için çok gayret etmiş Allah da niyetine göre vermişti.Hakikaten de her biri birinden dindar,Allah korkusu olan insanlardı.
      Hacı Hamdi’nin oğulları yetişik, torunları da yetişmekte olduğundan diğerlerine nazaran biraz eli dönüyordu.Zaten eskiden oğlu,yeğeni damadı çok olan çiftçiliği daha bir güzel yapıyordu.Karasabanla tek başına çift sürmek köylünün iflahını kesiyor,aylarca boz tarlalarda sürünüp duruyorlardı.Ama kalabalık bir ailede birkaç çift öküz varsa işler daha erken oluyor,hele hayvanları dağlarda gezdirecek bir iki delikanlı veya çocuk oldu mu tadından yenmez oluyordu.Bir kaç çift öküz demek,zenginlik demekti.Çünkü bu tarlanın çokluğuna, yani adamın çokluğuna delalet ederdi. Kırisiyingil de kalabalık bir aile sayılırdı ve bitmek tükenmek bilmeyen işlerin arasında gençler telef olup gidiyorlardı. Karınları da (hamdolsun)doyuyordu.
   
      Yıl bilmem kaç, ben çocuğum,dediler ki Kırisiyingilin Mehmet  Almanya’ya gidiyormuş.Gitti Almanya’ya.Ardından bir müddet arayla kardeşleri Abdi Emmi,Hüseyin Efendi, Hamza Hafız gitti.Kimisi Almanya,Belçika gibi yerlere gittiler ama sonradan duyduk ki kardeşler Almanya’da zannederim Köln’de bir araya gelmişler.Hiçbirisi eşini oraya götürmedi.Duyduğum doğruysa babaları Hacı Hamdi, bunlar eşlerini de götürürlerse daha gelmezler diye onları bırakmamış.Onlar da talep edememişler.Rahmetlinin ileri görüşlülüğü yıllar sonra ortaya çıkacak,Almanya’ya aileleri ile giden bir çokları akla hayale gelmedik problemler yaşayacak,Allah korusun bir çoğu mahvolup gidecekti. Ama bizim gençler Almanya’nın tozunu attırıyorlardı. Her izine gelişte, fotör şapka ve kıravat alışkanlığını saymazsak daha bir dindar ve daha bir şuurlu dönüyorlardı. Köyde veya şehirde kulakları ezan sesinde hemen camiye koşuyorlar, çoluk çocuklarını dahi teşvik ediyorlardı. Zaten en küçük erkek kardeşleri olan Hamza Efendi hafızdı. Sivas’ta okumuş, hafız olduktan sonra da Belçika’ya işçi olarak gitmişti.Ha onu da söylemeden geçmeyelim.Hamza Hoca Hafız diye babası Hacı Hamdi’nin oğlunun yanında ayaklarını uzatmadığını oğluna gizli bir saygı duyduğunu da büyüklerimden duydum.Bunları ben niye yazıyorum diye merak ediyorsanız ki öyledir,sizlere anlatmak istediğim Etliekmekçi Hacı Emminin hangi muhitlerde nasıl yetiştiğinin bazı izlerini sizlerle paylaşmaktır.
       Almanya’nın Köln şehrinde bir araya gelip aynı fabrikada çalışmaya başlayan Abdi ve Mehmet kardeşler akşamları da aynı hayımda kalıyor, çevredeki hemşehrilerle de arada bir buluşarak sosyal muhitlerini kuvvetlendiriyorlar, böylece memleket hasretini veya yalnızlık duygusunu bir müddet de olsa bastırabiliyorlardı.Hayımda kendi yattıkları odayı bir köy odası gibi tanzim etmişler burada vakit namazlarını cemaatle eda etmeye başlamışlardı.Önce Abdi Emmiye kardeşi Mehmet Efendi cemaat olmuş,bunları gören diğer Türklerden namaza yatkın olanlar veya memlekette kılıp da burada bırakanlar veya onlar namaz kılarken oturmaktan utanan diğer koğuş arkadaşları da onlara ittiba etmişler,kaldıkları yer adeta bir mescid olmuştu.Bunu duyan diğer koğuşlardaki namaz kılan Türkler,Kürtler,Çerkezler ve Araplar namaz vakti koğuşa akın ediyor,cemaat bazen de koridora taşıyordu.Dikkat edin o yıllarda daha Milli Görüş Teşkilatı kurulmamış,henüz Almanya’nın altını üstüne getirmemişlerdi.Herhangi bir Türk Teşkilatı da yoktu.Neredeyse bir işleri olunca doğru düzgün tercüman da bulamıyorlardı.Buna rağmen Abdi Emmi ve kardeşi köy odasını Almanya’ya taşımışlar,cemaatle namaz kılıyorlar,hayımda gümbür gümbür Kur’an okuyorlar,bilmeyenlere bazı duaları seve seve öğretiyorlardı.Sonradan diğer kardeşler de aynı yere gelince kareyi tamamladılar,artık hizmetin sınırı yoktu.Fabrikada ölümüne çalışıp da hayıma gelince sanki köylerine dönmüş gibi oluyor bütün yorgunluklarını atıyorlardı.Öyle ki çevre vilayetlerde çalışan tanıdıkları,arkadaşları hatta akrabaları hafta sonlarını iple çekiyorlar,adeta koşarak Abdi Emmi gilin hayıma koşuyorlardı.
      Abdi Emmi ve kardeşleri sadece namaz teşviki değil diğer bazı adab-ı muaşeret mevzularında dahi diğerlerine örnek oluyorlardı. Mesela Abdi Emmi içeri girince diğer kardeşleri ayağa kalkıyor, o oturmadan diğerleri oturmuyordu.Saygı duydukları için yanında gelişi güzel konuşmuyorlar,o orada olunca konuşmalarını sansürlüyorlardı.Bu davranışlara diğer arkadaşları da uyuyordu.Çünkü Abdi Emmi gerçekten saygı duyulmayacak biri değildi. Güleryüzlü idi,zeki idi,sohbeti çok tatlı idi.Her konuşmasında temsil olsun diye bir fıkra anlatır,anlattığı fıkrasına önce kendisi güler,diğer dostları da ona katılırlardı.Ama mutlaka anlattığı fıkralarda bir ders vardı.Abdi Emmi bir köy delikanlısıydı.Almanya’ya gelinceye kadar askerlik hariç hiç şehirde yaşamamıştı.Şehir kültürü yoktu.O köy kültürünü ustalıkla dönüştürerek şehre taşıdı.Eksiklerini kısa zamanda telafi etti.Zeki olduğu için de Almanca’yı diğerlerinden daha çabuk kavradı.Bu hususta da diğer arkadaşlarına yardımcı oldu.Almanca’sının kafi gelmediği yerlerde jest ve mimiklerle durumu kurtardı.
      Kendisinden duyduğum bir hikayeyi anlatmadan geçemeyeceğim. Malum o yıllarda Almanya’ya gelen Türk İşçilerin hepsinden normal davranışlar beklemek, hepsini bir kefeye koyup genelleme yapmak mümkün değildi.İyilerin yanında kötüler,dürüstlerin yanında belki bir iki hırsız arsız da gitmişti Almanya’ya. Bizim Türk işçilerinden böyle içkiye düşkün, tembel, umursamaz tavırlı olanları, Abdi Emmi ve kardeşlerini çok üzmekte,onları biraz daha duyarlı olmaya sevk etmekteydi.Çünkü buraya maişet için gelinmiştir.Kazanılan paraların içkiye,karıya,kumara verilmesi demek,sıladaki evlad-ı iyalin perişan olması demekti. Allah’dan korkmak lazımdır.Bu günler de gelip geçmektedir.Fırsatların heba edilmemesi lazımdır. Gavura hizmet edip kuruş kuruş biriktirilen markların, kepçe kepçe gene gavura bırakılması aklın alacağı iş değildir. İşte bu minval üzere düşündüklerini çevresindeki gençlere aktarmakta, çeşitli misal ile bu sohbetlerini süslemekte ve her fırsatta emri bilmaruf nehy-i anilmünker diyeceğimiz bir çalışma yapmaktadır. İşte kendisinden duyduğum bir fıkra veya temsil :
     “Af buyurun sahipsiz bir köpek köylerde gezer, ne bulursa yermiş.Yalnız köpek köylerde gezerken düğünlerde çalınan davul zurna dikkatini çekmiş.Bakmış ki davul zurna çalınan her köyde bir düğün yemeği var.O da davul sesini takip etmeye başlamış.Sabahleyin kalkıyor,şöyle yüksekçe  bir  yere çıkıyor,uzakları dinliyormuş.Eğer uzaktan bir davul sesi duyarsa dümeni o tarafa çeviriyor, düğün olan köyde artan veya dökülen yemeklerle,sıyrılıp atılan kemiklerle kendisine güzel ziyafetler çekiyormuş.Çevrede hayli zamandır düğün olmadığı için davul sesi duymayan bu köpek birkaç gün yiyecek bir şey bulamamış. Yine mutadı vechile davul sesi dinlerken çok uzaklardan böyle bir ses duymuş. Hemen yönünü o tarafa çevirmiş.Ses çok uzaktan geldiği kendi de çok aç olduğu için istediği gibi süratle gidemiyor,yavaş yol alıyormuş. Derken bu sefer tam tersi istikametten bir davul sesi daha duymuş. Bu sefer köpek şaşırmış,bu köye mi gitsem,şu köye mi gitsem diye hayli tereddüt göstermiş. Biraz bu tarafa, geri dönüp biraz da bu tarafa yönelmiş.En sonunda karar verip birine gitmiş.Gitmiş ama nafile gitmiş.Köye gitmiş ki düğün bitmiş,düğün yemeği de bitmiş.Çar naçar geri dönmüş öbür köye.Gece yarısı köye ulaşmış,bakmış ki orada da düğün bitmiş,yemek kalmamış,misafirler köyden ayrılmış.Ve bizim düğüncü köpek aç kalmış.” İşte bu ve bunun gibi köy odası misallerini anlatıp, günaha meyilli gençleri kazanmaya çalışıyordu. Allah’ın izniyle muvaffak da oluyordu.
     Günlerden  bir gün hayımda yemeklerini yemiş, namazlarını kılmış, tavşan kanı çaylarını yudumlarken yan koğuştan bir arkadaş şikayetlenmeye başlıyor: “Olmaz ki canım,ne kadar ayıp şey,adam buraya karı getiriyor,kapıyı da kilitliyor,bizi içeri almıyor.” Abdi Emmi’nin kardeşi Mehmet Emmi hayrola o kim diye soruyor. Arkadaşı da söylüyor. Hem de şu anda karı ile içerdeler deyince,Mehmet Emmi yerinden fırlıyor.Kitli kapıyı omuzluyor;”Ulan çık dışarı.Biz burada bilmem ne başı mıyız.Hayasız herif,utanmaz adam,çabuk çık dışarı,ulan hayıma karı getirmek ne demek’ diye öfke ile bağırırken içerden tık yok.Adam korkuyor,getirdiği karı korkudan ağlamaya başlıyor.Bu arada bizim Abdi Emmi duruma müdahale ediyor.Kardeşinin kolundan tutuyor,onu teskin etmeye çalışıyor,bazen kızıyor ve bu arada; “Dur bakalım Mehmet,biraz sakin ol.Şimdi içerideki uygunsuz bir harekette de bulunsa bizim türk kardeşimiz,müslüman kardeşimiz.Yanındaki karı ise gavur.Bir gavurun yanında bizim kardeşimizi mahcup etme,onu küçük düşürme,inşallah bu son olur,tevbe eder,sakin ol bakalım” diyerek,onu içeriye alıp bir bardak çay ikram edip,ortamı sakinleştiriyor.Sonradan o adam,gelip Abdi Emminin elini öpüyor ve ağlayarak “Senin,bizim kardeşimizi bir gavurun yanında küçük düşürme diyerek,Mehmet Abiyi sakinleştirdiğini içeriden duydum.Aman Abi,yerin dibine girdim.Affedin beni, ben ne halt ettim.Tövbe olsun bu işi bıraktım” demiş ve Abdi Emminin ayaklarına kapanmış.
     1980 yılında idi sanırım. Ben  güzel Tekirdağ İline bağlı Hayrabolu İlçesinin Kurtdere köyünde haddim olmayarak İmam-Hatiplik yapmakta idim.Yaz günü oralarda bayağı sıcak olur.Ben de sıcaktan sakınmak için caminin yakınındaki kahvenin gölge tarafında çayımı yudumluyordum. Komşu köyden misafir bir arkadaşla göz göze gelince ben ev sahibi havalarında ona şöyle küçük bir selam verip yavaş sesle “hoş geldin aga” dedim. Bizim misafir kırk yıllık dost gibi “hoş bulduk hocam,nasılsın be yav” diyerek yanıma geldi.Muhabbete başladık.Hem de ne muhabbet.Sivaslı olduğumu duyunca “ah be hocam dedi “ben Almanyadayken Sivaslı arkadaşlarım vardı,hem de ne arkadaş,bana namaz kılmayı öğrettiler,yıllarca beraber namaz kıldık,çok iyi insanlardı.” Ben kim olduklarını sordum, bir nefeste bizim Kırisiyingilin isimlerini saydı. Hepsini yakından tanıyor,onlardan sitayişle bahsediyordu. Tabii benim ne kadar koltuğumun kabardığını tahmin edemezsiniz. Adı Ahmet Aga idi.Almanya’dan gelir gelmez oğlunu da Kur’an Kursuna verdiğini söyledi.
      Abdi Emmi Almanya’da kaç sene kaldı, bilemem.Kesin dönüş yapar yapmaz Sivas il Merkezine yerleşti.Zaten ucundan kıyısından bazı arsalar,ufak tefek bir iki bina almışlardı.Ev meselesi kolaydı,kalacak yeri,yatacak yatağı,yiyecek bir iki lokma ekmeği vardı.Vardı ama aile efradına ekmek kapısı olacak bir iş,bir işletme,bir gelir kapısı yoktu.Biriktirdiği beş on kuruşun hemencecik biteceğini,hazıra dağın dayanmayacağını o da biliyordu.Oturdu,kalktı,düşündü,istişare etti ve bir iş yapmaya karar verdi.’Etliekmekçilik’ yapacaktı.Sivas’ta bu işin yürüyeceğini yaptığı istişareler sonucu anlamıştı.Zaten bu işi yapanlar da fazla değildi.Bildiğimiz kadarıyla o zamanlar ‘Kilis Etliekmekçisi,Antep Etliekmekçisi ve bunun gibi bir veya iki tane yer vardı.Bu işi yapacak,büyüyen,iş arayan çocuklarına bir ekmek kapısı açacaktı.Hemen işe koyuldu,yurtdışında çalışırken satın aldığı bu günkü Perakende Sebze halinin arkasındaki dükkanını bir pideciye dönüştürmeye karar verdi.Ustalar getirdi,eski halinden yıkıp,bir firın yaptılar içine,sağı solu fayans,üst kata bir merdiven yaptılar bir iki masa ve sandalye koydular,güzel bir dükkan oldu tertemiz.Yalnız pideleri kim yapacak,kim açacak,hamurları kim yoğuracak başlı başına bir şey.Onun da kolayı var diyerek Abdi Emmi ceketini aldığı gibi Antep’e yollandı.Bir kaç gün sonra yanında bir usta ile çıkageldi.Antepli Usta kolları sıvadı işe başladı,yanına bu işten anlayan bir kişi daha buldular.Zaten işten anlamayan Abdi Emminin çocukları,torunları ayak altında dolaşıyorlardı.Kısa zaman içerisinde evini de getiren Antepli Usta başrollerde,büyük oğlan Osman,İsmail, yeğenlerden Ömer her biri bir işin ucundan tuttular,işi öğrendiler.Patron Abdi Emmiydi,kasanın başında o oturuyor,hesapları o alıyordu.Hesap kitap işleri biraz zor da olsa öğrenmeye çalışıyor,işçilerin başından bir an bile olsa ayrılmıyordu.Otoriter birisi olduğu için ancak namazdan namaza dükkandan ayrılınca,başta oğulları olmak üzere ustalar,çıraklar biraz nefes alıyorlardı.Çok güzel,küçük bir işyeriydi burası..Bu küçük yerden kaç kişi ekmek yiyordu bilinmez.Saymaya da gerek yoktur.Çok geçmeden Pidelerin lezzeti her taraftan duyulunca,öğle vakitleri yer bulmak neredeyse imkansızlaştı.Dükkanın yanında Yıldızeli İlçesinin köy minibüsleri konaklıyor,cebinde parası olan köylüler öğle vakitleri etliekmeğe yumuluyorlardı.Zamanla dükkanda çalışanlar ne kadar değişse de Antepli Usta değişmiyor,sigortasını ödeyen Abdi Emmi sayesinde emekli olmuş gene de canla başla çalışıyordu.O zamanlar öyle bir yerde çalışıp da sigortadan emekliye ayrılanlar çok nadirdi.Ya sigortalı çalıştırılmaz,ya da patronlar işçilerin sigortasını zamanında yatırmaz,arada bir aklına düştükçe yatırır,bunlar da işçilerin emekli olmasını geciktirirdi.O zamanlar emekli olanlar hep Devlet Kurumlarında çalışan işçilerdi.Fakat Abdi Emmi uzak yerden getirdiği ustasının hakkını gözetmiş,yevmiyesini,haftalığını kuruşu kuruşuna verdiği gibi sigortasını da yatırıp ustayı emekli etmişti.Ama usta emekli olmasına rağmen gene çalışıyor,dükkanda sık sık değişen oğullar , torunlar hatta yeğenler birer birer usta oluyordu.İşini bulup ayrılanların yeri hemencecik doluyor, zaman zaman da yabancı işçiler ve çıraklar da çalışıyordu.Bunlardan birine ben yıllar sonra Üniversitenin kantininde rastladım.Hasbıhal ettik,eski günleri yad ettik.Kantinde etli pide ustası olarak çalışıyordu.Emekliliğini sordum,emeklilik zamanının geldiğini söyledi ve hemen ‘Hacıemmiden Allah razı olsun orada çalışırken sigortamı yapmış,onun sayesinde emekli olabileceğini söyledi.Tabii onun sayesinde de usta olmuştu ve halen aynı şeyi yapıyordu.Duyduğum doğruysa düğününü de Abdi Emmi yapmıştı. Böyle kaç kişi geldi geçti oradan. Hatta bu dükkanı örnek alıp kaç tane daha açıldı. Kim bilebilir ki.
    Abdi Emminin bu esnaflıktan kazandığı hasletler de çoktu. Kısa zamanda çevrede tanındı, dürüstlüğü ve otoritesi sayesinde sözü dinlenir,tatlı dilli,güler yüzlü babacan bir esnaf oldu.Her müşterisine güler yüz gösterir,onlara iltifat eder,her tanıdığının büyüklerine kucak dolusu selam gönderir,gelemeyenleri sorar,hasta ise şifalar diler,hastaneye düşenleri ziyaret ederdi.Hesap aldıktan sonra ‘hayırlı işler ‘ diyen her müşterisini “Afiyet olsun canım,afiyet olsun gözüm,afiyet olsun kuzum” diyerek uğurlardı.Hatta bu ifadeler dükkanda çalışanlar ve yakın çevresi tarafından sık sık tekrar edilip gülüşmeye vesile olurdu.
     Aylar ayları kovalamış,yıllar da yılları.Abdi Emmi artık Hacı Emmi olmuştur.Sivas’a yerleşen Antepli Usta ölmüş,Yukarı Tekke Mezarlığına defnedilmiştir..Osman başusta olmuş,kardeşleri ve oğulları da kalfa ve çırak olarak bu işe devam etmektedirler.Hacı Emmi eskisi gibi çok sık dükkana uğramamakta,evine ve annesine daha çok vakit ayırmaktadır.Yalnız bu aralar Hacı Emmi aranan sorulan bir usta da olmuştur.Hem de şehirde pek bulunmayan bir mesleğin ustası,Hacı Emmi artık bir fırın ustasıdır.
    Yıllarca çalıştırdığı fırın tamiratını yaptırırken, fırını küçültüp büyütürken ustalarla birlikte çalışmış, usta bulamayınca da soyunup kendisi usta gibi çalışmış, bir fırın ,iki fırın derken çevrede aranan bir usta olmuştur.Çevre köylere birer ikişer mahalle fırını yapmış,köylü kadınlarının ekmek,katmer,kömbe gibi şeyleri pişirecekleri güzel küçük ve muntazam fırınlar inşa etmiştir.Bunlardan birkaç tanesi bizim köydedir ve bacalarından çıkan dumanı gördüğümde,içinden gelen nefis kokuyu hissetiğimde hep aklıma Hacı Emmi gelmektedir.Bu fırınlar köy düğünleri esnasında,düğün yemeği yerine etliekmeklerin yapıldığı yer olmuş,şehirden gelen ustalar sayesinde misafirlere ve davetlilere bol bol etliekmek ikram edilmiştir ve bu gelenek halen de devam etmektedir.
      Abdi Emmi,hani nasıl derler,hah annesini insanüstü bir sevgiyle severdi.Ona çok düşkündü.Annesi de Allah için çok faziletli bir kadındı.Adı öylemiydi bilmem Hacıkız derlerdi.Kendisini ibadete vermiş,bir Allah dostu idi.Daima çocukları hatta gelinleri tarafından el üstünde tutulurdu.Dedikodu sevmez,her şeye kızmaz,dostlarına cömert,çocuk ve torunlarına karşı sevecen davranan,daima gülen, somurtma bilmeyen bir kadındı.Nereye gitse birkaç gün sonra Apdi beni bekler,merak eder diyerek kısa zamanda eve dönmek isterdi.Hakikaten Abdi Emmi annesinin hiçbir tarafa gitmesine razı olmaz,giderse tez yandan dönmesi için giderken annesini sıkı sıkı tenbih ederdi.Hacıkız anneyi dört oğlan,iki kız ve sayıları belli olmayan torunları bölüşemezdi.Ama o yine Abdi Emmiyi tercih ederdi.
Abdi emmi de annesinin olmadığı evde rahat edemezdi. Oysa hanımı felçliydi ve yanında evli çocuklardan hiç kimse yoktu.Kimi Almanya’da,kimi de evlenip ayrılmış kendi müstakil yuvalarını kurmuşlardı.Buna rağmen hem annesine hem de eşine her türlü yardımı yapar onları hiç kimseye muhtaç etmezdi.Gerçi evi boş kalmaz,çocuklar,gelinler,torunlar arı oğul verir gibi girer çıkarlardı.Olsun o gene de annesinin her türlü hizmetini yapar,yaparken de annesini hoş tutmaya onu güldürmeye çalışırdı.Allahü Zülcelal Hazretlerinin İsra Suresinde buyurduğu:” Rabbin,sadece kendisine kulluk etmenizi,ana babanıza iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa,kendilerine ‘Of’ bile deme;onları azarlama.İkisine de güzel söz söyle.”Ayetinin tam tatbikatını ben Abdi Emmi de gördüm. Hacıkız anne yüzbir yaşına kadar yaşadı. Herkese dua etti , hiç kimseye serzenişte bulunmadı ama Abdi Emmiye ettiği duaların bolluğunu ne biz tahmin edebiliriz ne de bir başkası.Rahmetli beni de severdi.Hacıkız anneden söz ediyorum.Sevdiğini de belli ederdi.Beni görünce gözlerinin içi gülerdi.Arkada bir çok güzel çocuk bıraktı.Abdi Emmi onlardan biriydi.Annesinden sonra o da fazla kalamadı bu dünyada. Şair ne demiş efendim: ”Çekilenler kalır Es’ad,bu cihan içre heman/ Vakt-i şadide gelir,vakt-i mihnet de geçer.”
       Hamdi Emminin çocukları Abdi,Memmet,Hüseyin ve Hamza kardeşler Almanya’dan gelmeden dünya kadar para vererek Paşa Fabrikasına giderken Fidanlığın sol tarafında ortak bir arsa almışlardı.Nasip olurda dönersek müşterek bir ev yaptırır ,dört kardeş kalırız diye.Gelin görün ki bu arsaya yıllarca imar izni vermediler.Sağından solundan yol geçirdiler,yol dediler,yeşil alan dediler adamlara bir türlü ev yapma ruhsatı vermediler.Onlar da o arsayı kendi haline bıraktılar,sanki yokmuş gibi yıllarca yanından bile geçmediler.Gittiler Karaağaç Köprüsünün yakınında birer arsa aldılar,oraya eski usul evler inşa ettiler.Abdi Emmi de topladı avanesini başına,yerleşti oraya.Dar mar, ne yapacaksın,idare edeceksin diyerek orada oturdular yıllarca.Zaten o yıllarda bütün evler küçük kesim yapılıyordu.Arsa büyük bile olsa evler küçük oluyor,hele mutfaklar fındık kadar oluyor,iki kişi yan yana gelse adım atacak yer kalmıyordu.Siz bakmayın şimdilerde geniş evlerin yapıldığına,o zamanlar böyle büyük evleri kışın ısıtmak büyük maliyetler gerektiriyordu.Ayrıca burası dar olmuş dense; ”Ne yani boynuzların mı sığmıyor ?”diyerek bir de tazire uğruyordu insanlar.
       Oğlu Osman Usta,Antepli Mehmet Ustanın yetiştirdiği güzel bir insandı.Osman Usta ilk defa eline fırın küreğini aldığında ne yapacağını bilememiş,uzun kürek sapı,duvara,tavana,diğer çıraklara dokunmuş,dokunanı yerinden hoplatmıştı.Zamanla o da alıştı kürekğe,kürek de alıştı ustanın eline.Zamanla masa tenisi raketi gibi oldu elinde.Antepli Mehmet Usta onu adeta bir dantel gibi işledi.Fırının,küreğin,unun,hamurun bütün inceliklerini öğretti ona ve kısa bir süre sonra da onu fırının önüne yerleştirdi,kendisi hamur açma, yumak tırnaklama işine geçti.Yıllarca bu böyle sürdü.Osman Usta kısa zamanda sessiz sedasız bu işi öğrendi.Özellikle sessiz sedasız diyorum çünkü Osman Usta hiç konuşmazdı.Osman Ustanın kulakları duymazdı.Ta çocukluktan duymayan kulaklarına rağmen,hiçbir şeyden kendisini geri çekmemiş,duyuyormuş gibi davranmış,muhatabının dudaklarını okuyarak,bazen de ne söylediğini tahmin ederek,ona yalan yanlış cevaplar verir ve durumu geçiştirirdi.Yine de derdini anlatacak kadar konuşabilirdi.Kırık dökük cümlelerle ve uygun el kol hareketiyle durumu kurtarırdı.Osman Usta çok güler yüzlü bir insandı.İstisnanız herkese tebessüm ederek bakar,tanıdığı tanımadığı herkesi güler yüzlü çehresiyle ağırlar,onlara ikram ederdi.Çevresinde çok sevilirdi.Hiç kimsenin kalbini kırmadığı,herkese insan gibi davrandığı için bütün akrabay-i taallukat ,esnaf komşuları ve müşterileri onu çok severlerdi.Ondan sonra da oğlu Yasin,Emre ve Fatih baba mesleğini sürdürmüş,aynen babaları gibi herkes tarafından sevilmiştir.Halen de Karaağaç Köprüsü yakınında bir pide fırını çalıştırıyorlar,ara sıra ben de uğrayıp yanlarına sağdan soldan konuşuyoruz. Ve işte bir Almancı’nın torunlarına bıraktığı bir meslek,bir maişet kapısı.Diğer emekli Almancıların ayaklarını uzatıp tekaüt parası veya kira parası yediği zamanlar, Abdi Emmi on metrekarelik bir dükkandan kaç kişinin maişetinin karşılandığı bir berekethane , torunlarının bile bir meslek sahibi olduğu bir atölye, usta, kalfa ve çırakların sitayişle bahsettikleri  adeta bir fabrika çıkarmıştı.
       Aslında sadece Osman Ustanın değil büyük oğlu,Ali,ortanca oğlu Bekir ve küçük oğlu İdris’in de kulakları duymuyordu.Sanırım dayı tarafından gelen genetik bir durum vardı. Abdi Emmiye ne gam. Onların da çaresini buldu.Ali ve Bekirí Almanyaýa götürüp onları orada iş güç sahibi yaptı.Onlar hala Almanya’dalar .İdris’í de önce İmam­-Hatip sonra da İlahiyat Fakültesinde okuttu.O da rahmetli babası gibi saygın bir şekilde bir okulda idareci olarak işine devam etmektedir.Eğer mecbur kalırsa İdris de atölyede çalışan öbür oğlu İsmail de hatta yeğenleri Ömer, Hamdi  ve Feramuz da ceketini çıkarıp fırının önüne geçer,etli ekmeğin en alasını pişirirler.Rahmetli yediden yetmişe bütün çocuk, yeğen ve torunlarının fırıncılık mesleğini öğrenmelerine öncülük etmiştir.Şimdiki ustaların kaç çırak yetiştirdiklerini sorun aradaki farkı anlarsınız.
Çok sabırlı bir insandı. Yıllarca önce boşalttıkları köydeki ev ve araziyi bir yakınına devretmiş,ekip biçmesini, evde oturmasını ve baba ocağının tütmesini istemiş zaten verimsiz olan arazilerin icar karşılığını da pek istememişti .Buna rağmen o yakınları,zaman  içerisinde bütün arazi,ev ve mülkleri sahiplenmiş,kimseye zırnık koklatmamış oraya da kimseyi yanaştırmamıştı.Hatta kocaman sülaleyi tehdit etmiş,”erkekseniz gelin alın” diyerek Kırisiyin gilin tamamına posta koymuştu.Buna sinirlenen gençler,onu dürüp büküp bir kenara atacaklarken Abdi Emmi duruma müdahale edip hepsine sabır ve sükun tavsiye etmiş,deyim yerindeyse “hiç kimsenin belaya düşmesine” müsaade etmemişti.Oysa babadan kalan mal mülk bağıra bağıra başkasının eline geçmişti.Onlar bu işi bir imtihan vesilesi saymışlar,yıllarca bu işe “imtihandır” diyerek olumsuz hiçbir işe ve arayı bozmak isteyen fitnecilere müsaade etmemişlerdi.Bunların en başındaki şahıs da Abdi Emmiydi ve Abdi Emminin önünü geçmek de onlar için bir cesaret meselesiydi.Bu işin sonradan kendi kendine çözüldüğünü duydum.Ama yıllar sonra. Böylece ne kadar ileri görüşlü olduğu ortaya çıkmıştı Abdi Emminin.   Abdi emmi moral ve motivasyon adamıydı.Hiç bir zorluk karşısında pes etmez,hedeflediği işi bitirmek için ikinci üçüncü ve hatta boşa giden hamleler için beşinci hamleyi yapardı.Hem de karşılaştığı zorlukları gülerek anlatır,nasıl üstesinden geldiğini de birkaç darb-ı mesel,bir fıkra ve hnatta ayet ve hadis okuyarak tafsilatıyla anlatırdı.Siz de artık içinde bulunduğunuz zorlukları hesaba katmayıp onun tenbihlediği gibi bir adım ileri gitmeyen hali hazırdaki probleminize balıklama dalardınız.
       Rahmetliyi hep hareket halinde tahayyül ediyorum.Kaç yıl oldu rahmet-i rahmana kavuşalı hala onu bazı işlerle uğraşırken düşünüyorum.Adamcağız hiç boş durmazdı ki.Evde sohbet ederken bile ya annesine hizmet eder ya çevresine emirler yağdırır veya misafirine ikramda ısrar eder,gündemin tam ortasında olurdu.Onu kenarda hiç düşünemedim.
       O bir mücadele adamıydı. Eğer mücadeleyi gerektiren bir durum varsa, o mücadelesine başlamış demekti. Eliyle,diliyle,ayağıyla velhasıl bütün yeteneğiyle tüm zorlukların üstesinden gelmeyi becerebilen biriydi.Hem de kırmadan dökmeden,tatlı dili ve güler yüzü ile yapardı her şeyi. Kimsenin hakkını yememeye, hiç kimseyi küstürmemeye ,hiç kimseyi üzmemeye gayret ederdi.
        O hayır ve hasenat sahibi bir adamdı. Kendi çevresinden başlayarak, sokağına, mahallesine hatta köyüne, köyündeki camiye,çeşmeye,köprüye ne bileyim  her bir yere yardım götürmek isteyen bir insandı. Önce kendisi verir, çevresini de vermeye teşvik ederdi. Başladığı veya başlattığı işin yarım kalma şansı olmadığı için mutlaka işini bitirirdi.
        O moral ve motivasyon adamıydı dedik ya hakikaten öyleydi. Onun yanına üzüntülü gelen, üzüntüsünü unutur öyle giderdi.  Bitmek tükenmek bilmeyen fıkraları arasında o gün üzüntülü olan şahıs için mutlaka bir veya birkaç tane fıkrası bulunurdu.Fıkraları da süsler püsler,size anlatır,anlattıktan sonra da bolca güler ve kim ne derdi varsa en azından orada derdini unuturdu.Onun böyle bir yeteneği vardı.
         Durup dururken Abdi Emmiyi uzun uzadıya tanıtmamın sebeplerini anlamışsınızdır artık. Devletin halk ile arasına mesafe koyduğu o devirlerde bir halk adamı nasıl yetişirmiş anladınız mı? Allah dedi,peygamber dedi diye hiç utanmadan bir manga jandarma ile karakollara tıkılan, sopalarla kemikleri kırılan o da yetmediyse mahkemelerde süründürülen bu garip biçarelerin arasından nasıl irfan sahibi insanların yetiştiğini gördünüz değil mi?Ben de gördüm hem de fazlasıyla.Hiç mektep medrese görmemiş insanların şimdilerde bilmem ne Yüksek Okullarından mezun olan zıpçıktılardan daha anlayışlı,daha bilgili daha arif olduğunu sadece biz değil herkes görüyor.  
      Köylünün dinine imanına, Allah’ın kitabına düşman olanların encamını ibretle müşahade ediyoruz.
      Köy Enstitüleri açarak köylülere her şeyi bilen öğretmen yetiştireceğim diyenler ilk önce gittiği köyde köylünün dinine imanına hakaret eden öğretmen bozuntuları yetiştirmişlerdir.Bunu gören arif insanlar çocuklarını ilkokula bile göndermemiş, dinsiz olmaktansa okuma yazmadan mahrum kalsın demişler,okuyanların daha cahil olduğunu yıllar önceden görmüşlerdir.Yukarıda anlattığımız şekilde oda kültürü ile yetişenler diğer emsallerine göre daha çok sevilmiş,sözlerine daha fazla itimat edilmiştir.İşte bizim rahmetli Abdi Emmi işte bu çarıklı erkan-ı harplerden birisidir.Mektep medrese görmeden kendisini yetiştirmiş,hep doğrunun peşinde olmuş,hep doğru olanı yapmak istemiş,yanlışı ve eğriyi yanına yanaştırmadığı için de her işinde muvaffak olmuştur.
       Onu tanıyan bilen pek çok dostum, bu satırları okuyunca belki beni tebrik edecek veya şunu niye yazmadın,bunu niye zikretmedin diye bana tarizde bulunacak rahmetlinin benim bilmediğim,duymadığım bir çok meziyetlerini  onlar da anlatacaklardır. Bundan ancak memnuniyet duyar, himmetli dostlarımın da çevresindeki böyle şahısların biyografyalarını hazırlayarak onlara rahmet okunmasına vesile olmalarını tavsiye ederim. 
        Abdi Emmi veya herkesin tanıdığı gibi Etli Ekmekçi Hacı Emmi  bize yaşanılası bir dünya bırakmak için çektiğiniz eziyetlerden dolayı sana ve senin gibi büyüklerimize minnet borçluyuz.Allah hepinize rahmet eylesin.Allah mekanınızı cennet eylesin.
                                                                                      KASIM DEMİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder