5 Şubat 2012 Pazar

EYYAM-I ŞİTA

Efendim, insanın işi kütüphanecilik olunca her bir kitabın arasından fışkıran bilgilerden de bir nebze haberdar olmamız pek tabii oluyor. Öyle ki adını sanını bilmediğimiz kitaplar,yanı başımızda bilmediğimiz, tanımadığımız bir başkası gibi değil de hemen tanışabileceğimiz,hatta tanışmayı arzu ettiğimiz mütebessim çehreli,nur yüzlü bir zat-ı muhterem gibi adeta yüzümüze gülüyor.


Kütüpühaneciyiz dedik ya. Eskiler Hafız-ı Kütüb derlermiş ama biz tevazu olsun diye kendimize Hadim-i Kütüb diyoruz.Yani kitapların hizmetkarı.

Bir vakitler Arap Dili Grameri üzerine Osmanlıca kaleme alınmış Hülasatü’ş-Şuruh diye bir kitabı karıştırıyordum. Kitap çok güzel hazırlanmıştı. Müellifini merak edip mukaddimesini okuyunca çarpıldım. İntibalarımı sizinle de paylaşmak isterim.

Müellifi Esseyyid Halil Esad Efendi,bize kitabının sebeb-i telifini şöyle ifade ediyor. Hep birlikte okuyalım;

...bin üçyüz senesi evailinde şehrimiz bulunan Kasaba-i Elbistan’dan Sivas Mahkeme-i İstinaf Reisi bulunan valid-i ekremimi ve valide-i muhtereme ve biraderan-ı hemdemimi ziyaret ve bir de ruhsat verilirse

Es’eda bazar-ı fende niceler şöhretlenir
Mazhar-ı takdir olub asarı pek rağbetlenir(1)
Sen dahi arzeyle gördünse ne var bir pilver
Gahi cevher-i pilver gahi pilver cevherlenir(2)

Hasbihalince der-i aliyyeye seyr u seyahat kılmak emeliyle Sivas’a gelmiş idim,

“el-umuru merhunetün bi evkatiha” fehvasınca şimidilik bir ruhsat verilmeyüb ve eyyam-ı şita icray-ı ahkama mübaderet avdet dahi münasib görülmeyib birkaç mah belde-i mezburede ikamet revnüma olmuş halbuki

Çünki verildi sana
Esbab-ı du sera
Boş gezme sevmez Huda
Der pey-i nefs u heva(3)

müfadınca boş durmak muvafık-ı adab ve hikmet olmamakla li-ecli’l-mütalaa biraderlere bir hediyye-i mergube ve nazar-ı takdir ile bakılır ise belki cümle-i evlad-ı vatana tuhfe-i matlub olmak üzere...

Diye devam ediyor. Bize lazım olan yerleri okuduk. Biz de müellifin ifade-i meramını şöyle özetleyebiliriz:

“ Hicri 1300 yılının başlarında Elbistan’dan İstinaf Mahkemesi Reisi olan babamı,annemi ve kardeşlerimi ziyaret etmek oradan da İstanbul’a gitmek emeliyle Sivas’a geldim. Sivas’ta kış bütün şiddetiyle sürüyordu. Şöyle ki kış ahkamını icra ediyordu,geri de dönemedim. Birkaç ay mecburen burada ikamete mecbur kaldım. Boş duranı da Allah sevmez diyerek oturdum bu kitabı yazdım”

Kitabın adı da Hülasatü’ş-Şuruh. Yani Arap Dili üzerine yazılan bir çok kitabın özeti. Burada durup bu kitabın tanıtımını yapacak değilim. Erbabı merak ederse kitabı bulup bakabilir.

Benim asıl maksad-ı acizanem Sivas’ın şiddetli geçen kışının ne gibi hayırlara vesile olduğunu sizlere aktarabilmek. Fukaranın şikayetini bir tarafa bırakırsak bu günlerde ortalarda görünmeyen eyyam-ı şita, dediğimiz gibi kimbilir kaç kitabın telifine,kaç mollanın ilim öğrenmesine,kaç ilim meclisinin toplanmasına vesile olmuştur.

Sizi bilmem ama kış deyince benim aklıma soğuktan önce kar geliyor. Her şeyin bir yakışığı vardır. Sivas’ın yakışığı da kardır. Sivas’ta karsız bir kış düşünemiyorum. Kış karlı olunca hele üstüne bir de Sivas’ın o meşhur soğuğu eklenince insan mevsimin mevsim olduğunu hissediyor. Bakmayın soğuk şiddetli olunca hemşehrilerimizin sızlanmalarına. Hani derler ya,soğuğa sormuşlar nerelisin diye,o da; Erzurum’da doğdum ama Sivas’ta oturuyorum. Anlayacağınız soğuk bizim hemşehrimizdir. İnsan hemşehrisinden şikayetçi olur mu hiç. Farkında mısınız soğuk bu günlerde ne doğduğu yerde,ne de doyduğu yerde görünmüyor. İzini kaybettirdi. Hani Sivas’ta oturuyordu.

Geçenlerde Orhan Pamuk’un kar romanını okuyordum. Adam Kars’ta şu bizim bildiğimiz karı öyle bir tasvir etmiş ki sormayın. Yıllar geçse bile ben Kars’ı ,karsız düşünemem. Zaten karın doğu illerinin kış mevsiminde değişmez aksesuarının olduğunu çocuk yaşta Erzurum’da öğrendim. Kışın tersine ben Sivas’ta doğdum ama tam 10 yıl Erzurum’da okudum. O yıllarda başımızda kavak yelleri esiyordu ve rast gele şiirler yazıyorduk.

Ben Erzurum’un taşına
Ben Erzurum’un kışına vurgunum.
Ali Ravi caddesi çıkmasın önüme
Ben orada birine dargınım.

Yıllar sonra anladım ki vurulduğum Erzurum’un kışı,aynı bizim Sivas’ın kışıymış. On senemi ,yani biraz çocukluğumu ,biraz da gençliğimin bir kısmını Erzurum’da bıraktım. Hey gidi gözünü sevdiğimin kışı,akşam sobamızın üstünde kaynayan su, sabah kalkardık ki neredeyse buz tutmuş. Üzerimize kilimler örterdik de sabah gene arslanlar gibi kalkar okula koşardık. Kalorifer dediğiniz o nesne, o yıllarda Erzurum’un sadece bazı resmi dairelerinde mevcuttu.

Bakmayın siz kışın soğuğundan acizlenenlerin sızlanmalarına. Bakın şimdilerde soğuk da yok,kar da yok gene sızlanıyorlar. Bu yıl kar yağmamış,bu yıl kış olmamış,bu yıl bereket olmazmış. Havada bize inat zemherinin ortasında bile günlük güneşlik geçti. Büyüklerimiz, “şems-i şitaya,iltifat-ı ümeraya ve muhabbet-i nisaya “güven olmaz diye boşuna dememişler. Şems-i şita bir çoklarını zemheride yatağa düşürdü. Canına yandığımın karı yağacak, bolca ,üstüne de bir zemherinin çat ayazı,bak o zaman ne mikrop kalır ne de hastalık. Nerede o eski soğuklar,nerede o misafirlerine kocaman kitaplar yazdıran kışlar.

Nasreddin Hoca merhum,yaz gelince yazın sıcağından,kış gelince kışın soğuğundan şikayet edince,cemaatten biri dayanamamış:

-Yahu hocam,senin de ne önünden gidiliyor,ne de arkandan. Seni ne yapacağız bilmem ki? Yazın sıcaktan,kışın da soğuktan şikayetçi oluyorsun.
Hocanın cevabı her zaman hazır,dönüyor şom ağızlıya

Ulan oğlum bahar mevsimine bir şey mi dedik?

Karı da,soğuğu da,bereketi de veren Allah’tır. O’nun hikmetinden sual olunmaz. Kışı,karı,soğuğu dillere destan olan Sivas’ımızdan biz vazgeçemeyiz. Bir tarafa maişet temini için gitsek de en kısa zamanda dönmek daima aklımızın bir köşesindedir.

Sivas’ın tarihine şöyle bir göz atanlar hemen anlarlar. Sivas Eratnalı Devletinin,Kadı Burhaneddin Devletinin en önemli şehirlerindendir. Selçuklu Medeniyetine beşik olmuş,Osmanlıya en büyük eyalet olmuş bir merkezdir burası. Cumhuriyetteki rolünü hepiniz biliyorsunuz.

Her Kayserili biraz Sivaslıdır. Her Amasyalı,her Tokatlı da bir miktar Sivaslıdır.Bu çevrede böylesine tarihi,böylesine önemli bir şehir bulamazsınız. Her şeyden önce burası bizim memleketimizdir. Gidilince dönülecek,dönülünce konaklanacak emin bir sığınaktır. Biz Sivas’a yakışırız,Sivas da bize. Üstadımız Yavuz Bülent Bakiler “Sultan Şehir” demiş,nasıl da güzel demiş.

Halil Esad Efendi de ebeveynini ziyarete gelip,bildiğiniz şu meşhur kışımıza yakalanınca yazdığı kitaba “Hülasatü’ş-Şuruh” demiş ya,ben de Sivas için “Şehirlerin Hülasası”diyesim geliyor..Yani şehirlerin özeti. Bakınsana bir çevremize; zamanında kasabamız,ilçemiz ve sancağımız olan kaç tane vilayet var.Onlardan başka Kafkasyalıları,Karslıları,Erzurumluları sinesinde barındırmış,onların hepsinden bir iflah olmaz Sivaslı çıkarmıştır.

Bu şehir,şehirlerin özüdür,özetidir. Bu şehir Sultan Şehirdir.Bu şehir bizim şehrimizdir. Bu şehrin ve şu kış mevsiminin kahrından Antalya’lara kaçan kaç kişinin yazın cehennemi sıcağına dayanamayarak tekrar “Sivas’ımıza kurban oluyum”diyerek buralara sığındığını bilmiyor muyuz zannediyorsunuz?
___________________________________________________________________________

1-Ey Esad,ilim ve hüner pazarında niceler şöhretlenir

Eserleri takdire mazhar olup rağbetlenir,

2-Sen dahi çerçide ne gördünse arzeyle

Bazen çerçi kiymetlenir,bazen cevher kıymetlenir

3-Çünki sana iki sarayın sebepleri verildi

Allah nefis ve hevasının peşinde boş gezeni sevmez


                                                                                                                              KASIM DEMİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder